Giriş: Görünmez Meziyetin Ardındaki Paradoks
Tarihsel ve sosyolojik perspektiften bakıldığında, bireylerin entelektüel yetkinliklerinin ve mesleki liyakatlerinin, toplumun ödüllendirme ve takdir mekanizmalarında her zaman belirleyici olmadığı görülür. Aksine, ortalama bilgi düzeyine sahip ama sistemle uyumlu bireyler; medya, siyaset ve sosyal yaşamda daha fazla görünürlük kazanmakta, hatta ödüllendirilmektedir. Bu durum yalnızca bireysel önyargılarla değil, aynı zamanda kültürel normlar, sosyal psikoloji ve güç ilişkileriyle biçimlenen derin bir yapısal örüntüyle ilgilidir.
I. Zekânın Tehdit Olarak Algılanması
Arthur Schopenhauer, zekânın toplumdaki konumuna dair çarpıcı bir tespitte bulunur:
“Akıl ve zekâ ile toplumda popüler olabileceğini düşünen kişi, hâlâ hayatın gerçeklerini öğrenememiş bir acemidir. Zeki bir insanla karşılaşmak, insanlara kendi yetersizliklerini hatırlatır.”
Bu tespit, zekânın yalnızca hayranlık değil, aynı zamanda bir tür tehdit unsuru olarak algılandığını ortaya koyar. Toplum bireyleri, kendilerini yetersiz hissettikleri durumlarda, bu tehdidi bertaraf etmek için zekâyı temsil eden kişi veya grupları küçümseme ya da dışlama eğilimi gösterebilir. Claude Steele ve Joshua Aronson’un "özbenlik tehdidi" (self-threat) kavramı da bu durumu açıklayıcı niteliktedir.
II. Sistem Uyumunun Ödüllendirilmesi: Vasatlığın Yükselişi
Modern toplumlarda başarı kriteri, sıklıkla entelektüel derinlikten çok sistemle uyum göstermekle ilişkilendirilir. Sosyal mecralarda, politik platformlarda ya da akademik çevrelerde, sorgulayıcı tavırdan çok uzlaşmacı ve yüzeysel yaklaşımlar daha kolay kabul görür. Bu durum Pierre Bourdieu’nün “sembolik iktidar” kuramıyla da ilişkilendirilebilir: Liyakat değil, sistemin kodlarına hâkimiyet; derinlik değil, temsiliyet öne çıkar. Yani mesele, kimin ne bildiğinden çok, kimin kimle "uyumlu" olduğudur.
III. Zekâya Dair Algının Soyutluğu ve Gecikmiş Tanınırlık
Maddi başarı, unvan veya statü gibi somut göstergeler toplumun kolayca algılayabileceği kriterlerdir. Oysa zekâ; görünmeyen, zamanla anlaşılabilen ve çoğu zaman yalnızca belirli bir entelektüel çabayla fark edilen bir meziyettir. Bu nedenle, zekânın değeri ancak uzun vadede ve genellikle birey toplumun dışına itildikten sonra anlaşılır. Daniel Kahneman’ın "Thinking, Fast and Slow" adlı eserinde belirttiği gibi, hızlı düşünce sistemleri yüzeysel ve çabuk sonuçlara yönelirken, derin analiz gerektiren zihinsel süreçler çoğu zaman göz ardı edilir.
IV. Alternatif Bir Perspektif: Vasatlık Her Zaman Kötü Müdür?
Her ne kadar vasatlık çoğu zaman eleştiri konusu olsa da, sistem içindeki “uyumlu bireylerin” istikrarı ve sürdürülebilirliği sağlama potansiyeli de göz ardı edilmemelidir. Her zeki birey sistemin dengesini bozacak şekilde hareket etmeyebilir; benzer şekilde, her ortalama birey de statükoyu desteklemez. Burada önemli olan, bireyin bilgi düzeyinden çok, sistemle olan ilişkisinin niteliğidir.
Sonuç: Sessiz Yürüyüşün Değeri
Zekânın sosyal görünmezliği ve vasatlığın ödüllendirilmesi, bireysel psikoloji kadar kültürel, politik ve yapısal dinamiklerin de şekillendirdiği bir toplumsal örüntüdür. Zeki birey çoğu zaman sessizce kenara itilir; ancak tarih, değişimlerin genellikle bu görünmez aktörlerin eserleri olduğunu göstermiştir.
Vasatlık alkış alabilir, sistem içinde yükselebilir. Fakat kalıcı ve dönüştürücü olan şey, zekânın sessiz ama kararlı yürüyüşüdür.
Dipnotlar
[^1]: Schopenhauer, A. (1851). Parerga ve Paralipomena.
[^2]: Steele, C. M., & Aronson, J. (1995). “Stereotype threat and the intellectual test performance of African Americans.” Journal of Personality and Social Psychology, 69(5), 797–811.
[^3]: Bauman, Z. (2000). Modernlik ve Müphemlik. Ayrıntı Yayınları.
[^4]: Bourdieu, P. (1991). Language and Symbolic Power. Harvard University Press.
[^5]: Kahneman, D. (2011). Thinking, Fast and Slow. Farrar, Straus and Giroux.
Ne var ki hocamızın metnin son kısmında yaptığı dengeli değerlendirme — yani vasatlığın her zaman kötü olmadığı ve uyumun da belli açılardan işlevsel olabileceği vurgusu — meseleyi tarafsızca kavramamızı sağlıyor. Belki de çözüm, zekâyı dışlayan değil, onu sistemle barışık biçimde değerlendiren bir toplumsal kültür inşa etmekte yatıyor.
Hocamızın tespitleri, özellikle entelektüel derinliği nedeniyle dışlanan bireyler için hem teselli hem de umut verici. Sessiz yürüyüş her zaman fark edilmez ama iz bırakır. Kaleminize sağlık.