Gençlik, insanın başına yalnızca bir kez gelir. Kimi onu yaşar, kimi onu saklar, kimi de başkalarının şekline sokmaya çalışır. Ama ne olursa olsun, gençlik dediğimiz şey, hayata atılan ilk itirazdır. Öyleyse ilk ihanet de, onu yaşayamamaktır.
Bugün sokaklarda yankılanan seslere bak:
"Bu gençlik yoldan çıktı!"
"Yeni nesil vurdumduymaz!"
"Çocuklar ruhsuzlaştı!"
Peki kim sordu: Bu gençler ne zaman, nerede, nasıl yaşasın gençliğini?
Betona doğmuş fidana “yeşer” denir mi?
Okulları zincirli saatler gibi, fikirleri cendereye vurulmuş. Nefes alacak tek yerleri, alışveriş merkezlerinin havasız koridorları.
Ey büyükler!
Bu delikanlılar nereye koysun deliliğini?
Yoksa deliliğin bile yönetmeliği mi çıkarıldı?
Gençlik; yalnızca neşeyle şarkı söylemek değil, şarkının içinde haykırmaktır.
Bir kitaba hapsolan cümlede başkaldırmaktır.
Suskun değil, sarsıcı bir haykırışla yaşanır gençlik.
Zira susturulan genç, zincire vurulmuş yarındır.
Bir bak bakalım etrafına…
Bugün hangi müessese düzgün işliyorsa, başında gençliğinde “serseri” ilan edilmiş biri vardır.
O çocuklar ki, bir zamanlar mahallenin “başına bela”sıydı, şimdi memleketin akıl hocaları oldular.
Kimi denizlerde kürek çekti, kimi istasyonlarda yalnızlığa türkü yaktı.
Ama hepsi de hayatın direksiyonuna geçmeden önce, ayakkabısını toprakla kirletti.
Bizse şimdi ne yapıyoruz?
Gençleri üniversiteye değil, yarış pistine sokuyoruz.
Düşünmeye değil, ezberlemeye yolluyoruz.
Ve sonra da onlardan memleketin pusulası olmalarını bekliyoruz.
Oysa “hergele” dediğiniz çocuk, aslında özgürlüğün ilk imtihanını verir.
O çocuk hata yapar, ama o hatanın içinde cevher taşır.
Bir garip hakikattir ki:
Gençliğinde yokluk görmemiş olan, ihtiyarlığında yoksulluğu anlayamaz.
Ve her şeyden daha korkuncu, gençliğinde hiç hata yapmamış bir adamdan, doğru bir iş beklemek, denizden ateş istemektir.
Bugün bu ülkenin önderleri, bir zamanlar sokakta “başına buyruk” gezen çocuklardı.
Çünkü gençken asi olmayan, yaşlanınca sadece koltuk taşır, yön gösteremez.
Ve şimdi sana son bir söz:
Gençliğin hatası, insanın alnındaki terdir.
Ama hiç yaşanmamış bir gençlik, ruhun en karanlık lekesidir.
Gençliğin hesabı ne mahkeme salonlarında, ne defter kitapta görülür.
O hesap, insanın kendi vicdanında kurulur.
Ve her vicdan, bir mahkeme kapısıdır.
Aydın Mertayak