Çatalhöyük ve göbekli tepe arkeoloji müzelerini duymuşsunuzdur. On iki bin yıl öncesine kadar giden bir yaşanmışlığın izleri var buralarda. Çatal höyük de, göbekli tepe de bizim ülkemizdedir. Biri Konya’nın Çumra ilçesinde, diğeri Şanlı Urfa’nın hemen yanı başında. Merak edip, gidip oraları ziyaret edenimiz var mı bilmiyorum? Aslında merak etmek, gidip görmek ve bu konuda detaylı bilgi edinmek gerekir. Çünkü kökenimiz, soyumuz, genlerimiz belki ta oralarda yaşayanlara dayanıyor olabilir, kim bilir?
Evet, biz Türküz, Türk olmakla gururu duyarız. Ancak bizim Türklüğümüz, Mustafa Kemal ATATÜRK’ün tanımladığı Türklüktür. Irka, soya, dile, dine ve hele genlere bağlı bir Türklük değil. Öyle olduğunu kabul edenlerin dedeleri göbekli tepe ve ya çatal höyükte yaşamış olamaz mı? Atatürk, “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” demiş. İşte biz bu tanıma uyan bir Türküz. Bizim Türklüğümüz dil, din, ırk, soy sop, ve gen esasına dayanmaz. Eğer öyle olursa, işin içinden asla çıkamayız, genlerimiz bizi ta on iki bin yıl önce yaşamış insanlara kadar götürebilir.
Bazı dostlar “biz Osmanlıyız” diye tutturuyor. Hayır, biz Osmanlı da değiliz, olamayız. Osmanlı bu topraklara çok daha sonra gelmiş Türk boylarından sadece biridir. Yani bir ırk değil, bir soy değil, bir millet değil, sadece bir milletin bir kabilesi, bir ailesidir. Osmanlıca diye bir dil de yoktur. Başka birçok dilden, özellikle farsça ve Arapçadan alınan sözcüklerle fantezi bir saray dili oluşturulmuştur, hepsi bu! Anadolu insanı, Türk, Kürt Laz, Çerkez hiç biri hiçbir zaman Osmanlıca konuşmamıştır, konuşamamıştır. On üçüncü yüz yıldan yirminci yüz yıla kadar, Yunus Emre, Karacaoğlan, Nesimi, Emrah, Dadaloğlu, köroğlu gibi yüzlerce halk şairi ve ozan, hep Türkçe konuşmuş, Türkçe yazmışlar, Osmanlıcaya prim vermemişlerdir. Bu gün de dünya üzerinde, Osmanlı hanedan varisleri dahil, Osmanlıca konuşan bir tek kişi yoktur. Çünkü o bir dil değil, belli bir zaman diliminde uyduruldu, çok dar bir alanda uygulandı ve unutulup gitti
Evet, Osmanlı Henadanının başarıları da, yanlışları, hataları da var. Sonunda altı yüz yıl hüküm süren, dört kıtaya hükmedenler de onlar, koca imparatorluğu götürüp sevr antlaşmasına mahküm edenler de onlar. Onları oldukları gibi, hataları, kusurları ve de başarılarıyla, abartmadan kabul edip geçmek gerekir. Sadece başarılarını göz önüne alarak abartılı şekilde övmeye kalkarsak ve üstelik “ben Osmanlıyım” dersek yanlış yaparız. Birileri çıkıp da bize Osmanlı saraylarında dönen entrikaları, saltanat savaşlarını, zindanlarda boğdurulan veliahtları, öldürülen çocukları ve hepsinden utanç verici cinsel sapıklıları anlatırsa vereceğimiz yanıt bulamayabiliriz. Öte yandan otuz altı padişahtan yirmi sekizinin annesinin değişik ırklarda hırıstiyan kadınlar olduğu, sadrazamların büyük çoğunluğunun devşirme olduğu gerçeği de var ortada. Bu karmaşa içinde “Osmanlıyız” dersek genlerimiz bizi kim bilir hangi millete götürür.
Biz Atatürk’ün tanımladığı gibi Türküz. Dün de Türktük, bu gün de Türküz, yarında Türk olarak sonsuza kadar var olacağız