Nerde şimdi o eski bedeni seetum !(sıhhatim) Nerde o eski günler! Habu dik yokuşları, yük arkama, günde yirmi kere iner çıkar, bana misun demezdum. Şimdi elime baston almadan şuradan şuraya gitmeye takatim yok. Eyyy gidi eski günler hey!!
— Ah Ninecim, hem öyle diyorsunuz hem bırakmıyorsunuz ki yardım edeyim. Biraz da ben taşıyayım un çuvalını, iyice yük oldu size!
— Yok kızım, yok! Ona alışmışız biz, arkamdaki yük değil bana.
Hanife Nine, bir elinde baston, sırtında un çuvalı eskilerden anlata anlata yol alıyordu. Sohbet ede ede yaşlı kadının evinin önüne kadar geldiler. Kadın un çuvalını sırtından indirip derin bir oh çektikten sonra paspasın altındaki anahtarı alıp gıcırdayan kapıyı ardına kadar açtı. Gökçe’ne döndü. Sanki bir can yoldaşı bulmuş ve ondan hemen ayrılmak istemiyordu.
— Gel istersen içeri gir, biraz soluklanalım kızım, koskoca evde benden başka kimseler yok, çekinme!
Yaşlı kadının sıcak davetini kıramayıp usulca ayakkabılarını çıkardı kapı önünde, spor ayakkabıları su geçirmiş olduğundan çorapları da az biraz ıslanmıştı. Biraz mahcup bir gülümseme ile dudaklarını büktü Gökçe’n.
— Sanırım bu ayakkabıları giymek doğru tercih değildi, dedi.
Hanife Nine genç kızın ayaklarına baktı. Gökçe’n, küçük bir çocuk gibi biraz mahcup biraz muzip bir edayla ıslanan parmaklarını oynatıyordu.
—Eyyy vah!
Vah, vah, vah!!! diye çığlıklar atmaya başladı Hanife Nine. “Şimdi hasta olacak, hay Allah!” diye söylene söylene içeri odaya girdi, telaş içinde. Sandıktan acele acele iki çift yün patik çıkardı. İkisi de rengarenk yünlerden dokunmuş el emeği göz nuru patiklerdi.
— Al kızım, hemen giy bunları ayağına, hangisi olursa giy bak, torunlarım için dokumuştum. Geldiklerinde giyerler diye. Senin kısmetinmiş.
— “Ah Ninecim, ne kadar güzel desenleri var bu patiklerin, insan giymeye kıyamaz ki bunları, hem torunlarınız için örmüşsünüz. Yok giyemem ben bunları, yazık olur! “ diyerek kafasını iki yana salladı.
— Olur mu kızım hiç öyle şey! Yenilerini örerim ben onlara, sen giy bunları ayağına bakim! İnsan ayağından üşütürse hemen hastalanır! Ne demiş atalarımız:
— Ayağını sıcak tut, başını serin!
— Devamı da var onun Hanife Nine.
Ayağını sıcak tut, başını serin
Kendine bir iş bul, düşünme derin. Lokman Hekim söylemiş.
— E bak ne güzel söylüyorsun işte, hem hekimmiş tabi doğrusunu söyleyecek, deyip gülüştüler.
Gökçe’n ne dediyse dinletemedi. Sonunda “Peki ninecim.” diyerek elindeki desenli patiklerden mavi olanlarını alıp ayaklarına giydi.
— Sanki bilip de dokumuşum kızım, bu patikler tam senin ayaklarına oldu. Güle güle eskit! Artık hiç üşümez ayakların!
Gökçe’nin buz gibi soğuk olan ayakları kısa süre içinde bu mavi desenli yün patikler sayesinde sıcacık olmuştu. İçinden büyük bir minnet duydu yaşlı kadına. Ne kadar da iyi yürekli ve merhamet doluydu.
Hanife Nine, ilerleyen yaşına rağmen evin içinde taze gelinler gibi dört dönüyordu. Uzun zamandır gelmesini beklediği o misafiri ağırlıyor gibi bir hali vardı.
— İlk iş sobayı tutuşturalım kızım. Sonra mis gibi çayımızı demleriz. Fırına da kumlu patatesleri attık mı. Oh! Mis gibi olur!
Birlikte sofrayı kurdular. Çaylar demlendi. Patatesler sıcak sıcak fırından çıkarıldı ve sini sofrasının tam ortasındaki yerini aldı. Patatesleri yöresel bir peynir çeşidi olan minciye banarak sıcak çay eşliğinde afiyetle yemeye başladılar.
Gökçe’n duvardaki fotoğrafları göstererek:
— Bunlar kim Nine, çocuklarınız mı?
— Torunlarım, çocuklarım, hepsinin fotoğrafları var. Onlara bakıp bakıp vakit geçiriyorum bu evde kızım. Hepsi İstanbul’da şimdi, yazdan yaza gelirler köye, beni görmeye!
— Siz de gidiyor musunuz yanlarına, İstanbul’a..?Özlüyorsunuzdur muhakkak!
—Özlemez olur muyum güzel kızım, fotoğraflara baktığımda bile burnumun direği sızlar, ciğerim yanar. Ama bu yaştan sonra gurbet elde ne yaparım. Azrail gün sayıyor! Ölürsem de toprağımda öleyim.
— Aman Allah uzun, sağlıklı ömürler versin Ninecim, demeyin öyle!!
— Amin yavrum, amin çocuğum. Ama ecel bu kızım, ne bir saniye uzaar, ne bir saniye kısa!
Gökçe’n söyleyecek bir şey bulamadı, üzüntüsünü gizlemek istercesine başını önüne eğdi. Babaannesinin ölümünden duyduğu üzüntü seneler geçse de dün gibi tazeydi. Boğazı düğümlendi, yutkundu…
— Oy dağlarum dağlarum, dedi
Boyna gezer ağlarum!!!
— Çok yürekten söyledin yavrum, devamı yok mu bu türkünün?!!
— Rahmetli babannemin türküsüydü. Dilinden hiç düşürmezdi, ona da annesi söylermiş.
— ……..
— Devamını hatırlamıyorum!!!
Kar Sıcaktı/Selen Karagöz/ devam edecek