— Limanda yüzen gemiler görüyorum.
+ Dağların bile üzerindeyiz,
burada deniz yok!
— Olsun, ben yine de görüyorum.
Yeşil ovanın yamaçlarına konuşlanmış yüksek, yuvarlak yayla taşının üzerinde duruyorlarlardı. Yıldırım taşı derlerdi bu taşa. Gökçe’nin uzun siyah saçları esen rüzgarlarla, kurdun gök rengi açık, parlak yeleleriyle yarışıyordu. Ayaza karşı direniyordu vücutları, ayaza karşı dimdik ve hareketsiz duruyorlardı. Güneş; insafa gelip bulutların arasından yüzünü gösterdikçe sıcak-soğuk bir oyun oynanıyordu. Bulutlar yaklaştıkça soğuk, bulutlar uzaklaştıkça sıcak.
Tüyleri açık mavi, gök yeleli kurt hemen yanıbaşında duruyordu. İkisi de ufuktaki ince çizgiye doğru gözlerini kırpmadan bakıyorlardı. İçindeki tuhaf çağrı onu bu taşa kadar getirmişti. Üzüntüyle sordu kurda:
— Buraya veda etmeye mi geldin?
Beni sen çağırdın, dedi Kurt. Masmavi gözlerinde ayrılığın acı öfkesi ve hüznü vardı. Bir arslan kadar yırtıcı olmasına rağmen şimdi oldukça savunmasız görünüyordu. Bozkırın tam ortasında, Gök yeleli kurt ile Gökçe’n Kız arasında kimselerin şahit olmadığı bir veda yaşanıyordu.
— Yaz bitmek üzere. Yayladan ineceğiz. Hiçkimse kalmayacak burada. Sen de benimle gelmelisin.
— Ben bu bozkıra aidim, dedi kurt. Sözleri bozkırın derinliklerinde yankılanarak yükseliyordu:
— Bu puslu ovalarda, bu dağların içlerinde yaşarım. Gittiğin yerlere gelemem.
Çaresizliğin cılız sesiyle cevap verdi Gökçe’n:
— Ne yani? Artık benimle konuşmayacak mısın? Seni bir daha göremeyecek miyim?
— Gözlerini kapatıp ruhunu dinlediğin her an seninle konuşacağım. Tıpkı senin atalarınla konuştuğum gibi.
— Ama..? dedi Gökçe’n. Sağına soluna bakındı. Duman sarmıştı her yeri. Bir anda ortadan kaybolmuştu Gökbörü. Evet adı buydu. Gitmeden adını bırakmıştı Gökçe’ne. Işıksız mağara duvarlarının içinde yankılanıyordu bu ad:
— Gökbörü…
Gök yani gökyüzü, börü ise yalnız kurt demekti. Türk efsanelerine göre yüz yılda bir ya da iki kez görülen, tüyleri açık mavi, gök rengi olan kurdun adıydı. Gökçe’n uçuruma konuşlanmış yüksek taşın üzerinden dikkatlice indi. Eve doğru yürürken Gökbörü’nün sözleri kulaklarında çınlıyordu. Atalarından bahsetmişti kurt. Onlarla da tıpkı kendisiyle konuştuğu gibi konuşuyormuş. Geçmişin sesiydi öyleyse Gökbörü. Kimbilir bir daha ne zaman ortaya çıkacaktı?
………..
Eve geldiğinde anacığı bakraçta biriken sütü makineye çekiyordu. Makinenin bir kolundan kaymak bir kolundan süt akıyordu. Çekilen sütten peynir, kaymak, tereyağ yapıyordu anacığı. Nasıl da zahmetli bir işti bu. Ortaya çıkan ürün de o derece güzeldi ama. Emeksiz yemek olmaz misali. İşi bitince makinenin taslarını söktü güzelce. Her birini tek tek yıkayıp kuruladı. Özenle dizdi yerlerine. Her birinin yeri ayrıydı makine parçalarının. Pazılın parçalarını birleştirmek gibi dikkat gerektiren bir işti bu rutin temizlik işi. Bütün parçaların eksiksiz ve doğru takılması gerekirdi.
Sonra çektiği kaymağı yayığın içine koyup vurmaya başladı anacığı. Yayık vuruldukça koca yayığın içinden çıkan cılız sesler toklaşmaya başlıyordu. Sabırla vurulan kaymak en nihayetinde topaklaşıp yağ haline geliyordu. Yaylaların ayak basılmamış yerlerindeki yemyeşil otlarıyla beslenen ineklerin yağlı sütleri ile elde edilen bu tuzsuz tereyağı kahvaltı sofralarının baştacı olmak için hazırdı işte. Keyiflenmişti anacığı. Yayıkların tok sesi türkülerin yanık sesine karışıyordu:
— Yaylanın sularına
İçersin kanamazsın
Vurdum yayık ayranı
Tadına doyamazsın
— Yaylalar sari sari
Kimin var böyle yari
Yukarı mahallenin
Güzel olur kızları
— Oy dereler dereler
Neler bilurum neler
Geldi inim zamanı
Açıyor kardelenler
“Hikayeye göre erkek çiçek beyaz bembeyaz karların içerisinde toprağı delerek sevgilisiyle buluşmak için karları aşmış. Sevdiği çiçeği ortalıkta göremeyen erkek çiçek, soğuğa dayanamayarak yenik düşmüş. Sevdiğine verdiği sözü tutarak karları delen çiçeğe o günden sonra kardelen adı verilmiş. “ Karın kokusunu duyduğu andan itibaren çiçeklenip açan kardelen çiçekleri şimdi inim zamanı geldiğini haber veriyordu yayla sakinlerine. Nazik, bembeyaz bir vedaydı aslında, dağların güney yamaçlarından gelen rüzgarlar bile kar kokuyordu.
Devam edecek..
Kar Sıcaktı/Selen Karagöz
Öğle molasında bir kez daha okudum , dinlendiğimi hissettim
Hep yaz hep yaz hep yaz , yazmayı bırakma sakın …olur mu ?