Artık öğretmen olduğumu düşündüğüm günlerdi. Öyle ya, eğitim fakültesini bitirmiş üniversite okumak için ayrıldığım memleketime öğretmen olarak geri dönmüştüm. Öğretmen adayları için oldukça sıkıntılı ve yorucu olan bu süreç benim için tamamlanmıştı. Korkular, endişeler, kaygılar, umutsuzluklar, üzüntüler, maddi ve manevi sıkıntılar hepsi geride kalmıştı. Aralık ayının son günlerinde bembeyaz bir sayfa açılmıştı önümde… Öğretmen olmak! Daha yolun başındayken “Ben oldum.” demek kabul edilemezdi ve “Ben oldum.” demek aslında hiç olmamaktı. Atanmak sadece bir başlangıçtı. Şimdi önümde kararlılıkla ve sabırla yürünmeyi bekleyen esaslı bir yol vardı.
Şehirli insanların yazdan yaza gelip hayran kaldıkları bu yerlerin türlü türlü hikâyeleri anlatılırdı. “Davulun sesi uzaktan hoş gelir.” derler ya bizimkisi de o hesaptı. Köydeki huzuru ve güzellikleri hiçbir yerde bulamayacaklarını bilseler de ekonomik sıkıntılar yaşayan erkekler; iş bulma umuduyla daha yirmili yaşlardan itibaren İstanbul’a göç ederlerdi. Üniversite okuma hayalleri gerçekleşmeyen kız çocukları erkenden evlenip çoluk çocuğa karışırdı. Düne kadar oyuncak bebeklerle, bilyelerle oynayan bu çocuklar, bir anda yetişkinlik dönemine erişir, annelerinden duydukları ninnilerle beşikte yatan yavrularını ve gerçekleştiremedikleri hayallerini uyuturlardı.
-Çocuklar, okuyun da hayatınızı kurtarın!
-Okuyun, okuyun da en azından bir baltaya sap olun!
- Bak komşunun oğluna hukuk kazandı, avukat olacakmış.
- Terzi Rıfat’ın kızını duydunuz mu?! Okulu bırakmış, kocaya varmış! Vah, zavallı Rıfat Bey!
Sözüm ona terbiye etmek maksadıyla kurulan bu tür cümleler çocuklara faydadan çok zarar verir, onlarda kaygı ve umutsuzluk yaratırdı. Benim ilk öğretmenim babaannemdi ve hep onun anlattıklarıyla büyüdüm. Annem de anlatırdı zaman zaman, babam da nasihatler ederdi ama ben hep babaannemi dinlerdim. Hayatıma rehber olması için onu seçmiştim kendime, diğer herkes ondan sonra gelirdi. Kelimeleri boyamazdı babaannem:
“Rahmetli dedeniz çocuklarını uykularında severdi. Torunlarını da hep öyle sevdi. Bir gün olsun doya doya sarılıp öpmedi evlatlarını. Öyle katı yüreklilikten filan da değil ha! Ona da babası öyle sevgi göstermiş, o da babasından öyle görmüştü.” Babaannem, dedemle ilgili hatıralarını canlandırırken dört parmağıyla gözlerindeki yaşları siler diğer eliyle de dalgalı, kömür karası saçlarımı öpüp koklardı.
Babannemin anlattığı kadarıyla bilirdim dedemi; otuz iki yaşında kalp krizi geçirerek vefat etmişti. Dokuz çocukla öylece kalakalmış babaannem, çocuklarına hem annelik hem babalık yapmış, hayatı boyunca bir daha hiç evlenmemişti.
İlk öğretmeni babaannesi olanlar, karşılarında duran canlı tarihten öğrendikleri edep, saygı ve iyilikle yaşıtlarına göre hep daha olgun merhametli ve bilge olurlar. Yaşlılık, Babannemin yüzünde derin çizgilerle yazılmış büyülü bir kitaptı. Gençliğin en görkemli güzellikleri bile o çizgi çizgi olmuş nur saçan yüzün karşısında büyük bir saygıyla eğilirdi. Okuduğum sayısız kitaplarda bulamadığım yegâne bilgilerle dolu bu yüzde acılarla yoğrulmuş yaşanmışlıklar, evlatlarına adanmış bir hayat, fedakârlıklarla geçen bir ömür vardı.
“Ah kızım ah! Dizlerimde can kalmadı. Sol kolum eklemlerime kadar ağrıyor. Sağ kolum kireçlenmiş, felç olmuş. Doktor yaşlılık diyor, romatizma diyor, başka bir şey demiyor.”
- Romatizma nasıl bir şey babaanne?
- Allah düşmanımın başına vermesin kızım, öyle yaman bir şey bu yaşlılık.” derken çaresizlikle başını önüne eğer, bir yandan da eteğinde duran cevizleri kırardı.
Çok geçmeden kolumda oluşan bir ağrı yüzünden doktora gittim, hemen ultrason çektiler. Romatizma dedi doktor, gülümseyerek.
- Peki, ama çaresi nedir, Doktor bey? Kolum gerçekten çok ağrıyor!
- Çaresi yok, romatizma dedi. Gülümseyerek çıktım odadan…
Öğrencilerle yaptığımız kardan adam etkinliğinden sonra onları yemek yemeleri ve dinlenmeleri için evlerine göndermiştim. Ben de fırsat bu fırsat beş dakika dinlenmek için oturduğum koltukta uyuyakalmıştım.
Kapı güm güm vururken uyandım. Muhtarın eşi elinde bir kâse çorba, bir dilim buğday ekmeği ve bir avuç cevizle sabırla lojmanın kapısını vuruyordu.
(Devam Edecek)
Kar Sıcaktı/Selen Karagöz/Ocak2025