Yeryüzünde 8700000 canlı yaşadığı bilimsel çalışmalarla tespit edilmiştir. Bu sayının içinde tanımlanamamış canlılar yoktur.
Canlılar; memeliler, kuşlar, sürüngenler, anfibiler, balıklar, kabuklular, yumuşakçalar diye sınıflandırılırlar.
Biz insanlar memeliler sınıfının bir üyesiyiz. Yalnız bu sınıfta 5600 canlı türü vardır. Bu türler içinde sayısal olarak insan yüzde 0.01 kadardır. Ne var ki insan, bütün yeryüzünü hakimiyeti altına almış ve birçok canlının yok olmasına neden olmuştur. Çünkü diğer tüm canlılardan farklıdır.
Bu farkın ne olduğu sorulduğunda genellikle, akıl, düşünme, bilinç, ahlak gibi yanıtlar alırız. Oysa bu özellikler çok zayıf da olsa diğer bazı hayvanlarda da görülmektedir. Esas farklılık şu noktalarda belirginleşmekte ve asla başka bir canlıda görülmemektedir.
Sanat, mizah, estetik, öz farkındalık, öleceğini bilmek, zaman algısı, konuşabilmek, hayatın anlamı, çevreye müdahale, bilgelik, aşk, nefret, inanç
Bu özelliklerden hiçbiri diğer canlıların hiçbirinde yoktur.
Sadece “çevresini değiştirme “ özelliği üzerinde durarak insanın dünyaya yabancı olduğu tezimi anlatmaya çalışacağım.
İnsan doğal çevresini değiştire gelmiştir. Buna zorunludur, çünkü doğal ortam insanın yaşamını sürdürmesine elverişli değildir, ya da insan metabolizması yeryüzünde ki ortama uygun olarak yaratılmamıştır. Diğer tüm canlılar, özellikle memeliler, doğar doğmaz bulunduğu ortama uyum sağlar, çok kısa bir zamanda ayakları üzerinde durur ve kendi kendine beslenmeye başlar. Oysa insan uzun bir süre başkasının bakımına muhtaçtır. Hiçbir insan yavrusu bu yardımı almadan yaşama şansına sahip değildir. İnsanoğlu bu özelliğini ya başka bir ortamdan buraya taşımıştır, ya da buradaki etkenler sonucu kazanmıştır. Ne şekilde düşünürsek düşünelim, milyonlarca canlıdan sadece insana özgü bu özellik onun yeryüzüne yabancı olduğunu gösterir.
Diğer tüm özellileri de göz önüne alırsak, düşünen, konuşan, ağlayan, gülen, espri yapan, sanat üreten, güzel-çirkin kavramı olan, zamanı tanımlayan, hayatın anlamını algılayan, inanan, aşık olan ve hepsinden önemlisi öleceğini bilen tüm canlılar içerisin sadece insandır. Eğer insana bu özellikler yaratıcı güç tarafından verildi ise, onun katında bu kadar önemli ise, onu, doğar doğmaz adapte olabileceği bir yapıda neden yaratmadı? Eğer yaratıcı güç onu başka bir ortamdan yeryüzüne gönderdi ise, yaratıcısı tarafından cezalandırılmış demektir. Öte yandan yaratıcı gücün, yani tanrının bu denli ayrıcalıklı bir canlıyı yaratması adalet kavramıyla bağdaşır mı?
Hayır, bu bir tanrı işi değil, tesadüfler zinciridir diyorsak, o zaman milyonlarca canlı içerisinde sadece insanda bu denli çok tesadüfün bir araya gelmesi hiç de mantıklı değil. Geriye, insanoğlunun yeryüzüne başka bir ortamdan geldiği gerçeği kalıyor. Bu geliş, birçok dinsel inançlarda olduğu gibi Adem-Havva ikilisi şeklinde mi, ya da henüz keşfedemediğimiz bir doğa olayı sonucu mu olduğunu bilemiyoruz. Ancak bu bilgisizliğimiz bu gelişin olmadığını göstermez.
Bu öyle bir geliş ki, kendi cinsinden olmayan canlıların bu güne kadar %85 nin neslini tüketmiş. Bu öyle bir geliş ki, öleceğini bilen tek canlı olmasına rağmen öldürmeyi, yok etmeyi bir meziyet saymış. Avrupalıların Amerika’yı keşfinden sonra Kızılderililere yaptıklar işlemi insanoğlu dünyada yapmış. Kendi cinsinden olmayanları öldürmüş, yok etmiş. Bu da yetmemiş, kendi cinsinden olanları da öldürmeye başlamış.
Evet, insan bu dünyaya yabancı!
Nereden geldiğini bilmiyor, ama nereye gideceğini çok iyi biliyor.
Dilerim bir gün nereden geldiğini de keşfeder ve yok olmadan geldiği yere döner de bu küçücük gezegen derin bir soluk alır.