DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, T24'ten Cansu Çamlıbel’in sorularını yanıtlarken, AK Parti'den ayrılma sürecine ve "Yeni Yol" ortak grubunun siyasi duruşuna dair dikkat çeken açıklamalarda bulundu.
Ocak 2025’te Meclis’te Gelecek Partisi ve Saadet Partisi ile birlikte “Yeni Yol” adıyla kurulan ortak grup hakkında kamuoyunda bazı endişeler bulunduğuna dikkat çeken Babacan, bu oluşumun iktidara "koltuk değneği" olacağı yönündeki yorumları reddetti.
Babacan, AK Parti’den ayrılık sürecini anlatırken, “Hiç kimse beni partiden ihraç etmedi. Kimse ‘git’ demedi. Ben kendim ayrıldım” ifadelerini kullandı. Eski Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kendisini kalması yönünde defalarca ikna etmeye çalıştığını belirten Babacan, ayrılık kararını Erdoğan’a doğrudan kendisinin ilettiğini söyledi.
“Yolsuzlukla mücadelede net bir tavır alınmaması ve hukuksuzluğun artması beni o partiden ayrılmaya mecbur bıraktı” diyen Babacan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“2019 yerel seçimleri dönemiydi. Sayın Erdoğan’la baş başa bir görüşme yaptım. Ayrılacağımı açıkça söyledim. Sessizce ve en az zararla ayrılacağımı belirttim. O da bunu gazetecilere ‘kalması için çok teklif yaptım ama kabul etmedi’ diyerek anlattı. Bizim sürecimiz, bizim duruşumuz başından beri ilkeli ve şeffaftı.”
Babacan, “Yeni Yol” grubunun AK Parti'yle bir yakınlaşma arayışı içinde olduğu yönündeki eleştirilere karşı, “Bizim için mesele demokrasi, hukuk ve temiz yönetimdir. Bu ilkelerden taviz vermeyiz” dedi.
Babacan'ın açıklamaları şöyle:
“ALTIN CİNSİNDEN BORÇLANMA ÇOK YANLIŞ, ARKADAŞLARIN YAPMAMASI LAZIM”
-Malumunuz Mehmet Şimşek’in geçen hafta bir televizyon kanalının yayınında açıklamaları oldu. Bu yayında, 19 Mart’tan bugüne ilk kez bu kadar detaylı biçimde eleştirilere yanıt vermiş oldu. Ve rakamları ekonomistlerin çoğundan farklı yorumladı. Hatta “Aslında cari açığımız yok, altın hariç cari açık fazlamız var” dedi. Doğru mu bu, Türkiye’nin hakikaten cari açığı yok mu?
Sayın Şimşek'in söylediği teknik olarak doğru. Ama cari hesabın aritmetiğinde altın vardır. Her ülke altını da katarak hesaplar bunu. Asıl bakmamız gereken ise Türkiye’de bugün altın talebinin neden olduğu. Birincisi, vatandaşlarımız altını uzun vadede emniyetli bir tasarruf aracı olarak görüyor. Tabii detaylarına bakmak lazım, Merkez Bankası da eskisi kadar şeffaf değil ama bütün dünyada merkez bankaları da gittikçe dolar yerine altına dönen bir rezerv politikası da uyguluyor. Yani zaman içerisinde bizim Merkez Bankası da altına biraz ağırlık verdi. Ama Hazine’de tuttu, altın cinsinden borçlandı. Şimdi tabii bu daha önce hiç yapmadığımız bir şeydi. Hazine’nin altın cinsinden borçlanması diye bir şey yoktu daha önce. Bunu yapıyorsanız, altın fiyatları bu kadar yükselince, bunun devlete maliyeti epey pahalı olacak.
“MERKEZ BANKASI’NA KARŞILIKSIZ PARA BASTIRIP ÖDETTİLER”
-Peki size göre Merkez Bankası neden daha önce yapılmayan bir şeyi yaparak altın cinsinden borçlanmayı tercih ediyor, hem de sadece Türkiye içinde değil uluslar arası olarak da bu kadar kırılgan bir dönemden geçerken?
Onu kendilerine sormak lazım. Mesela biz iç piyasada döviz cinsinden borçlanmayı kesmiştik, bitirmiştik. Onu da tekrar başlattılar, iç piyasada döviz cinsinden borçlanıyorlar. Bütün bunların hepsi Hazine’nin çalışma koşullarına bağlanıyor. Hazine’nin mutlaka bağımsız olması ve risk yönetimiyle çalışması lazım. Ne demek istediğimi anlatmak için bizim dönemimizden örnek vereceğim. Biz bir ‘middle office’ kurmuştuk, bir orta ofis. Bunun amacı da risk yönetimiydi. Devlet borcunun döviz kuruna ve faize olan bağımlılığını minimuma indirmek ve devlet borç stoğunun ileriye doğru ekonomik ve finansal depremlerden korunmasını sağlamak için bunu yapmıştık. Bunun sonucunda da 2008-2009 krizi gelip vurduğunda Türkiye’ye hiçbir şey olmadı, sapasağlam ayakta kaldık. Bunu sağlayabilmemizin nedeni risk yönetimini başarmış olmamızdı. Fakat iş döndü dolaştı nereye geldi? Rahmetli Özal'ın gençlere vasiyetle, “Aman bir daha ülkenin başını böyle büyük dertlere sokmayın” dediği Kur Korumalı Mevduatı (KKM) getirdiler tekrar. Yine Özal’ın ifadesiyle söylüyorum; “Bu kendini uyanık zannedenlerin dalaveresidir” diyor. O günlerin gazetelerin manşetlerindeki bu sözlerin kupürleri var elimde, isteyene çıkartıp gösterebilirim. Özal’ın bunu vasiyet etmesinden yıllar sonra tuttular şapkadan tavşan çıkartırcasına ekonomiyi kurtaracak formülün bu olduğunu ilan ettiler. Cevdet Yılmaz ile Mehmet Şimşek ekonomi yönetimine geldiklerinden beridir de yine bundan kurtulmaya çalışıyorlar. Ama o kadar büyük bir rakam ki, azalttılar azalttılar hala kurtulamadılar. Geçen sene sadece Kur Korumalı Mevduat için ödedikleri kur farkı 800 milyar lira. Hazine’de para olmadığı için de bunun tamamını Merkez Bankası'na karşılıksız para bastırıp ödettiler. Düşünün, 800 milyar lira!
“DEVLETİN RİSK YÖNETİMİ ANLAYIŞI BİTTİ, MAKSAT GÜNÜ KURTARMAK”
-KKM’nin neden olduğu açığı kapatmak için Merkez Bankası’na karşılıksız 800 milyar lira bastırılmasının enflasyona yansıması kaç puan olmuştur sizce?
Onun hesabı çok zor olmayabilir. Geçen sene tarım desteğinin tamamı 90 milyar. “Bayram ikramiyesi verdik vermedik” dediği rakamın tamamı 28 milyar. Sadece KKM için karşılıksız para bastırıp da ödedikleri 800 milyar. Cevdet Yılmaz ve Mehmet Şimşek'ten önce Hazine’den de ödeniyordu, Merkez Bankası'ndan da karşılıksız para bastırıyordu. Fakat daha sonra baktılar ki bütçede para sıfırlandı artık Hazine’den hiç ödememeye başladılar. Yeni Merkez Bankası yönetimine de dediler ki; “Arkadaş bu yük tamamen artık sizde.” Onlar da para basıp basıp ödedi. Bugün kur farkı çıkartıp gene ödeyecekler. Onun için hasar maalesef çok büyük. Devletin, Hazine’nin, Merkez Bankası'nın risk yönetimi anlayışı bitti. Böyle bir şey yok artık. Maksat tamamen günü kurtarmak. Altın cinsinden borçlanma gibi şeyler çok yanlış işler, yapmamaları lazım arkadaşların.
“19 MART’TAN BUGÜNE YAKILAN TOPLAN REZERV 57 MİLYAR DOLARA ULAŞTI”
-Sanıyorum risk yönetimi diye bir şey kalmadığının, kalamadığının en bariz örneklerinden biri Ekrem İmamoğlu ve arkadaşlarının bir şafak baskınıyla içeri alındığı 19 Mart sürecinde ekonomiye yaşatılanlar. Gerçi Mehmet Şimşek sırf bu operasyonun yapılabilmesi için ekonomi yönetiminin yakmak zorunda kaldığı 50 milyar doları çok da önemsiyormuş gibi yaptı. Hatta “Biz bu rezervleri bugünler için tutuyoruz” bile dedi. Bu arada yaktıkları rakam tam ne kadar sizin hesabınızla?
17 Mart'tan bugüne bilebildiğimiz kadarıyla 57 milyar dolar. Çünkü Merkez Bankası şeffaf değil ya artık açıklamıyor ne kadar sattığını, ancak dolaylı hesaplarla bulabiliyoruz. Son açıklanan dolaylı tablolardan çıkarttığımız kadarıyla 57 milyara ulaştı.
-Bu rakam, 2023 Mayıs seçimlerinin ardından hükümetin toparlamaya çalıştığı toplam rezervin ne kadarıdır?
Herhalde yarıya yakındır kabaca. Bu rezerv meselesinin bir net, bir brüt boyutu var. Bir de Merkez Bankası'nın net döviz pozisyonu var. Bir zamanlar Merkez Bankası’nın net döviz pozisyonu -65'e kadar düşmüştü. Şu an net döviz pozisyonu 0'a yakın noktalarda dolaşıyor.
“BU ERDOĞAN’IN KENDİ ELİYLE ÇIKARTTIĞI BİR KRİZ”
-Yani Sayın Erdoğan’ın yeni bir siyasi operasyon riski alacak yeri yok ekonomik manada. Bunu mu demiş oluyorsunuz?
Yani -65’e kadar yolu var mıdır? Ben biliyorsunuz bunu sordum ben Mehmet Şimşek’e kendisi “Rezervleri bugünler için biriktirmiştik” deyince. Cumhurbaşkanı siyasi rakiplerini tek tek eleyebilsin diye mi biriktirmişler bu dövizi? Bir 50 milyar dolar İmamoğlu için biriktirildiyse bir 50 milyar dolar da bundan sonra ortaya çıkabilecek başka bir isim için mi biriktiriliyor? Bu, Sayın Erdoğan'ın kendi eliyle çıkarttığı bir kriz. Dışarıdan gelen bir şok falan değil. Bu tam olarak şuna benziyor; karşıdan düşman gelebilir diye tedbir olarak savaş geminiz var, topunuz var, topu karşıya çevirmiş bekliyorsunuz. Erdoğan ne yaptı? Topu aşağı çevirip attı ve kendi gemisinin altını kendisi deldi. Cephanesini gemisini korumak için değil kendi gemisini delmek için kullandı. Şimdi neden o gemi su alıyor?
“ERDOĞAN’IN DOSYALARDAN HABERDAR OLDUĞUNU BİLİYORUZ, ‘ŞU OLACAK, BU OLACAK’ DİYOR, OLUYOR DA!”
-Siz bunu söylediğinize göre bir konuda kafanız çok net. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İmamoğlu operasyonuna tamamen kendi inisiyatifiyle, sonuçlarına da hazırlık yaparak yeşil ışık yaktığını düşünüyorsunuz. Bunu soruyorum çünkü son günlerde bazı derin yerlerden tüyo aldığını öne süren gazetecilerin ortaya attığı “Erdoğan’ı İmamoğlu operasyonuna devletin içindeki bir yapı ikna etti” varsayımı çok tartışılır oldu. Ama siz kategorik olarak bu ihtimali dışlıyorsunuz, öyle mi?
Kesinlikle. Çünkü sistem öyle değil artık. Bu otoriter sistemlerde devlet kurumları, maalesef yargı dahil, artık talimata göre hareket edebilecek bir kıvama geliyor. Bizde de maalesef öyle şu anda. Tabii ki işini düzgün yapmaya çalışan çok sayıda savcımız, hakimimiz var. Ama bazıları da korkudan veya teşvik sebebiyleda hatta “Efendim ne yaparsak hoşunuza gider?” moduna girebiliyor. “Sizin için ne yapabilirim?” Bunları çok üzülerek söylüyorum ama maalesef durum bu. İş buraya gelmişse Erdoğan da bunu kullanır. Açıklamalarına baktığımızda Cumhurbaşkanının aslında bu dosyalardan haberdar olduğunu biliyoruz. Dosyaların nereye doğru akacağının sinyal veriyor, tutamıyor çünkü kendini. Gayet iyi takip ediyor ve “Şu olacak, bu olacak” diyor, oluyor da yani. 12 saat içerisinde İstanbul Üniversitesi'nin aldığı karar, hemen ertesi sabah gözaltı, farklı farklı dosyaların bir koordinasyonda işletilmesi, ayrı ayrı süreçlerin hep birlikte paketlenmesi…Bütün bunlar ancak belli bir noktadan çıkan talimatın ve bir koordinasyonun sonucu olabilir.
-Siz 19 Mart’tan kısa süre sonra yaptığınız açıklamalarda hem CHP'ye hem de İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne kayyım ihtimalinin başta çok yüksek olduğunu, bundan sonradan vazgeçildiği izleniminde olduğunuzu söylemiştiniz. Eğer Erdoğan sizin düşündüğünüz gibi başta bu hamlelere de onay verdiyse, sonradan ne oldu da plan değişti? Sizin okumanız nedir?
Bu sadece okuma, çünkü içeride ne olup bittiğini bilmem kolay değil. Belki Büyükşehir Belediyesi'ne kayyım ihtimali yüksekti ama onunla ilgili de hukuki alt yapı çok çok zayıftı.

Editör