Bir ekmeği bölüşmenin tadı nasıldır bilirsiniz. Doyuyor insan ! Gözü doyuyor, gönlü doyuyor!
Ayşe hanımın kış günü üşenmeyip kaldığım lojmanın kapısına kadar getirdiği, dumanı üstünde tüten bir tas çorbayı, içine doğradığım mis kokulu köy ekmeği ile birlikte afiyetle yedim. Muhtar ne şanslı adam, diye geçirdim içimden, böylesine eli lezzetli ve iyi yürekli bir hanımı var. Ayşe hanımın elinin lezzetini yayla çorbasının mükemmel kıvamından, yüreğindeki iyiliği ise ekmeğini paylaşırken yüzüne yayılan mutluluktan yakalamıştım. Yalnız yemekten oldum olası hoşlanmasam da Ayşe hanımın çorba ikramı pek hoşuma gitmişti doğrusu. Tokluk hissinin vermiş olduğu tatlı mutluluk ve yüzümdeki tebessümle birlikte lojmanın küçük, ahşap penceresinin önüne geçtim. Tüm köye hakim olan kar sessizliğini dinliyordum ki kısa bir süre sonra sessizliğin yerini çocukların sevinç çığlıkları almaya başladı. Çocuklar okulun bahçesinde toplanmış kaldıkları yerden oyunlarına devam ediyorlardı. “Kar, başlı başına bir mutluluk sebebi olmalı.” diye geçirdim içimden. Bütün çocukları aynı anda havalara zıplatan, pamuk kadar yumuşak, hayallerimiz kadar saf, çocukların yüzleri kadar masum, uçsuz bucaksız, baş döndürücü bir mutluluk…
Yaşadığım her anı doyasıya hissediyordum. Şehirde ne zaman geçip gittiğini anlayamadığım başıboş saatler bu küçük köy okulunda unutulmaz anılara dönüşüyordu. Ocak, Şubat, Mart… Zamanın kum taneleri hızla akıp geçmişti ve işte tam havalar ısınıyor derken tabiat yeniden bembeyaz örtüsüne bürünmüştü. Muhtarın elinde kazma, benim elimde kürek güneşli bir mart sabahı okulun merdivenlerinde biriken karları küremeye koyulmuştuk.
- Ee öğretmen kızım, böyledir bu işler, Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır, diye boşuna söylememiş atalarımız!
- Hakikaten atalarımızın bir bildiği varmış Muhtar amca, diyerek kazma küreğe vuran güneşin parıltısıyla devam ettik merdivenleri küremeye, hızımızı da alamayarak Muhtarın evine kadar küredik bütün yolu. Biraz yorulmuştuk ama güzel iş çıkarmıştık. Yolun sonunda Ayşe hanım, taze çayı hazırlamış, ahşap evlerinin kapılarını ardına kadar açarak bizi evlerine buyur ediyordu. Koleti yaparken unlanan ellerini arkasında tutarak biraz mahcup ve oldukça sıcakkanlı bir şekilde:
— Hoş geldin Öğretmen kızım, sefalar getirdin.
“Hoş buldum Ayşe hanımcım.” diyerek hal hatır sorduktan sonra ev sahibinin buyur ettiği sofraya iliştim. Muhtar da hanımının göz kaş işaretiyle birlikte sobaya birkaç kuru odun daha atarak sofradaki yerini aldı.
Sobanın üzerinde fokur fokur kaynamakta olan güğümden çaydanlığın azalan suyunu tamamlamaya çalışan Ayşe hanımın tatlı telaşı, elinin ayağının birbirine dolaşması odun sobasının üzerinde küçük yuvarlak şekiller vererek pişirdiği koletileri bir an önce sıcak sıcak servis etmek istemesindendi.
- Ayşe hanımcım, bırakın size yardım edeyim, bunca zahmete girmişsiniz zaten, deyip yuvarlak sini sofrasının üzerinde duran kulplu çay bardaklarını demlenen taze çayla doldurmaya başladım:
- Açık mı içersiniz, koyu mu Ayşe hanımcım?
- Normal kızım, ne açık ne kapalı . Bizim bey de öyle içer.
Çaylarımız sofrada yerini alırken koletilerin içinde süzüle süzüle eriyen terayağı ile yöreye has peynir çeşidi olan mincinin buluşması ayrı ayrı yenildiğinde sıradan sayılabilecek bir kahvaltıyı nasıl da taçlandırmıştı.
Sofranın başında iki elimde tuttuğum çay bardağı ile öylece dalıp çok uzaklara gitmiştim. Babaannemin dizlerinin dibinde oturuyordum. Erbap kadındı babaannem. Tıpkı Ayşe hanım gibi her işini ustalıkla yapar, her zaman işin ehline verilmesi gerektiğini söylerdi. Öylece düşüncelere dalıp gitmişken, elimdeki çay soğumuş, Muhtar ve hanımı pür dikkat kesilmiş yüzüme bakıyorlardı. Gayrı ihtiyari şu sözler döküldü dilimden:
“Ahh ah! Ekmeği ekmekçiye ver, demişler; beş para da üste ver.”
Bir anda yirmi yaş almış bir edayla sarfettiğim bu sözlere ve durgunlaşan halime anlam veremeyen Ayşe hanım, bana doğru eğilerek meraklı gözlerle ikinci kez aynı şeyi soruyordu:
— Öğretmen kızım, bir koleti daha yer misin?
— ……..
Ayşe hanımın ısrarlı sesiyle beraber bu küçük ahşap evin ortasında kurulan yuvarlak sini sofrasının başına geri döndüm. Hatıralarımın sesi hâlâ kulaklarımda Ayşe hanımın unlu ellerini avuçlarıma alarak büyük bir minnettarlıkla gülümsedim.
-Elhamdülillah Ayşe hanımcım, ellerinize kollarınıza sağlık, her şey çok güzel olmuştu.
Devam edecek…
Kar Sıcaktı/Selen Karagöz